Bambaşka Bakış Açıları Kazandıracak Bir Eser!

KUTUB YILDIZI I “YOLCU”

Roman, dünya edebiyatının belki de en yaygın türü. Neden böyle olduğuyla ilgili birçok farklı görüş ve düşünce öne sürülüyor şüphesiz. Okura kurmaca bir dünyanın kapılarını aralayan farklı türler içinde romanın öne çıkması, herhalde romanda gerçek hayatla kurmacanın nerede başlayıp nerede bittiğine dair belirsiz çizgiyle ilgili. Bu bağlamda kurmaca bir dünyaya girdiğimizi, hayalî kahramanlarla konuştuğumuzu, tarihî birtakım şahsiyetlerden bahsedilse bile o şahsiyetlerle ilgili anlatılanların ne kadar gerçeği ifade ettiğini bilemiyoruz. Eserin bize yaşattığı estetik haz dolayısıyla bu durumu pek de önemsemiyoruz doğrusu.

Kuşkusuz bu yazıyı yazmamıza vesile olan “Ben Ekmeksiz Yaşarım; Hürriyetsiz Yaşayamam!” serlevhasıyla yayımlanan Hüseyin Yılmaz Bey’in Kutub Yıldızı I “Yolcu” romanı, konularına göre sınıflandırıldığında gerçeğe en yakın roman türlerinden olan biyografik roman diyebileceğimiz niteliklere sahip. Yaşanmış olayları veya tarihî gerçekliği olan şahsiyetleri anlatıyorsa temel niteliği kurmaca olan bir esere nasıl roman diyoruz ya da demeli miyiz, sorusu edebiyat teorisyenlerinin onlarca yıldır kafa yordukları bir soru.

İşte bu noktada gerçeğin anlatılmasından ziyade nasıl anlatıldığı devreye giriyor. Zengin doğa betimlemeleri, roman kahramanlarının iç dünyalarının etkileyici anlatımı, geleneksel anlatı dilinden yararlanan anlatıcının samimi ve sağlam kurgusu, bu tür eserleri yaşanmış olayları anlatsa da tarihî karakterlerden bahsetse de kurmacanın gücüyle edebî değeri yüksek bir yapıta dönüştürebiliyor.

Son birkaç günde okuma planımda değişiklik yaparak okuduğum Kutub Yıldızı I, her ne kadar biyografik roman niteliğine sahipse de roman türünün güçlü dünyasından izler taşıyor, okuyucuyu öyküleyici anlatımın temel hedefi olan olay içinde yaşatmayı ve olayın bir parçası kılmayı başarıyor. Yazarın, gayet güçlü ve temiz bir anlatımı var. Eserde romanın başkahramanı diyebileceğimiz Bediüzzaman Said Nursî’nin yaşamının ilk yirmi yılı kaleme alınmış.

Doğrusu ilk yirmi yılda ne olabilir ki, sorusuyla başladığım romanı, neler olmazmış ki, cümlesiyle bitirdim. Yazarı şahsen tanımıyorum, sosyal medya irtibatını saymazsak. Fakat anladığım kadarıyla Bediüzzaman’a içeriden bir bakışla yazılmış bir eser. Bediüzzaman’ın hayatının çocukluk ve ilk gençlik dönemine dair müthiş ayrıntılar var. Yer yer olağanüstülüklerle örülü bölümler için doğunun masalsı anlatım gücünden yararlanıldığı anlaşılıyor. Duygusal ayrılıklar ve kavuşmalar gerçekten çok etkileyici bir dille anlatılmış. Zaman zaman gözlerinizin dolduğunu hissedebilirsin. Doğu illerine ait tasvirler, belki de kitabın en başarılı bölümlerini oluşturuyor. Okurken birçok köy, kasaba, şehir, yayla, dağ ve ırmak gözünüzde canlanıyor. Su şırıltısıyla, kuş sesleriyle doluyor mekânınız.

Bütün bunların dışında az da olsa yazım ve noktalama yanlışı, benim gibi bu konuda hassas olan okurları üzebilir. Yeni baskılarında inşallah bu yanlışlar düzeltilir.

Necip Tosun, Klasikler Niçin Klasik Olur başlıklı yazısında “…bir eseri klasik olarak nitelemek için belli özellikler, standartlar belirlemek kolay değildir. Eğer öyle olsaydı estetik ölçütleri belirlenir ve böylece klasik üretimi yapılırdı. Biz sadece şartları oluşmuş ve ortaya çıkmış klasiği yazıldıktan sonra değerlendirebiliriz, o kadar.” diyor. Hüseyin Yılmaz Bey’in hedeflediği gibi eser şayet beş ciltte tamamlanabilirse belki de doğu edebiyatının bir başyapıtı olarak edebiyat dünyasındaki yerini alacak. Kim bilir belki de yeni nesiller için bambaşka bakış açıları kazandıracak. Bu vesileyle yazarı tebrik ediyorum. Yazarın imkânı, bizim de ömrümüz olursa yeni bölümleri de okumak nasip olsun inşallah…

En yakınındakiler tarafından en az anlaşıldığını düşündüğüm Üstat Bediüzzaman Said Nursî’ye rahmet ve mağfiret diliyorum.

Mustafa Aldemir

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

0
    0
    Sepetim
    Sepetiniz BoşMağazaya Geri Dön