Bedîüzzaman, Siyaset ve Nur Talebeleri

            Bedîüzzaman ve siyaset… Nur talebelerinin, kendi aralarında, yarım asırdır tarştıkları ikili. Aralarındaki derin inşikakların da birinci sıra sebebi: Bâzen samimiyetle tartışılmış, bâzen emsaller arası riyaset kavgalarının maskesi olarak kullanılmış. Alınan mesafe, bir arpa boyu kadar. Mevzu, her zaviyeden başka türlü arz-ı endam etmiş. Kimi Üstad’ın “euzubillahi mineşşeytani racim”a teşbih, “euzubillâhi ave siyaseti” istiazesine sarılıp, Bedîüzzaman’ın şeytandan kaçar gibi, siyasetten kaçtığını serrişte ile mevziini muhkemleştirmiş; kimi, Demokrat Parti’ye alenî oy verişini diline pelesenk edip dolaşmış Anadolu’yu. Bedîüzzaman ve siyaset meselesi, zihinler adedince farklılık arzeder hale gelmiş…

            Bu garib tecellinin mes’ul mevkiine Üstad’ı koyamayız; bu tezadlar, bu ardı arkası kesilmeyen farklılıklar onun eseri değil; ondan gelmiyor. Kusur bizde, Nur talebeliğini dâvâ edinenlerde. Bedîüzzaman’ın seksen küsür yıllık muhteşem hayatı ve altıbin sahifelik eşsiz külliyatını ihata güçlüğü yaşıyoruz. Bütünü ihata edemeyince, fil tarifiyle aleme rüsva olan körlere benzedik; kendi kendimizi âleme rezil ettik.

            Bedîüzzaman ve Risâle-i Nurlarda tezad yok, olamaz. Kırk yıla yaklaşan tedrisatımda tezad ve kusura tesadüf edemedim. Var, diyen ortaya buyursun. Ümmetin, bin küsur yıldan beri gelişiyle müjdelendiği bir zatta tezad ve kusur aramak, hafif tabiriyle: Cinnettir!..

            Bu mevzudaki ders ve müktesabatımı hülâsa etmek isterim… Hattâ bu makale, hülâsanın hülâsası olmaya mahkûm. Tafsil için, cild ebadında kitab yazmak iktiza eder; belki bir gün o da olur…

Önce Hazret-i Üstad’ın siyâset mefhumuna bakış zâviyesi ve tahlilini tesbit etmemiz lâzım. Bahsin bu kısmı, “amm”dır, zamanla mukayyed değil. Görelim:

            Öncelikle Üstad’ın siyasî istiazesinden başlayalım:

            “Bir zaman, bu garazkârane tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki, mütedeyyin bir ehl-i ilim, fikr-i siyasîsine muhalif bir alim-i salihi, tekfir derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârane medhetti. İşte, siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm, ‘euzubillâhi mineşşeytanî ve siyasseti’ dedim, o zamandan beri hayat-ı siyasîyeden çekildim.(1)

                  Bu vaka ve telkin ettiği ders, defalarca kendisine yer bulur külliyatta. Üstad’ın iki yakın dostu arasında cereyan eden hâdisenin dehşeti, siyasî istiazeye me’haz olur. Nirengi nokta: Tarafgirliğin bu dehşetli sırrıdır; şeytanı, melek; meleği şeytan görmek… Bilhassa siyasî arenada, daha dehşetli ve mebzul bir vaziyet alan tarafgirliğin sebebiyet verdiği bu müthiş hale düçar olmamanın en emin yolu, siyasî istiazede bulunmak ve siyasetten uzak durmakdır. Üstad’ın yaptığı gibi…

            Tarafgirliğin faydalı tarafını nazara veren bir suale, bahsin devamında Üstad’ın verdiği cevab nokta-i nazarını tahkim eder:

            “İkinci suale deriz ki: Tarafgirlik eğer hak namına olsa, haklılara melce olabilir. Fakat şimdiki gibi garazkârane, nefis hesabına olan tarafgirlik, haksızlara melcedir ki, onlara nokta-i istinad teşkil eder. Çünkü, garazkârane tarafgirlik eden bir adama şeytan gelse, onun fikrine yardım edip taraftarlık gösterse, o adam, o şeytana rahmet okuyacak. Eğer mukabil tarafa melek gibi bir adam gelse, ona-haşa-lânet okuyacak derecede bir haksızlık gösterecek.”(2)

            Siyasetten ictinabın tek sebibi değil bu, buna yakın ehemiyette başka sebebler de var. Siyaseti topuza benzetir, Onaltıncı Mektub’da. Topuz, celbetmez, ürkütür… Halbuki, insanlık, îman davasını kaybetme tehlikesinin had safhayı bulduğu bir zaman diliminde yaşamaktadır. O bîçarelerin îmanını kurtarmak, bütün davaların önüne geçmiştir. Muvafık ve muhalif siyaset caniblerinde Nur’a muhtac insanları ürkütmemek, hidayetlerine engel teşkil etmemek için de Üstad, siyasetten uzak durmaya mecburdur. Ve o ders:

            “İşte, o bataklık ise, gafletkârane ve dalâlet-pîşe olan sefîhane hayat-ı içtimaiye-i beşeriyedir. O sarhoşlar, dalâletle telezzüz eden mütemerridlerdir. O mütehayyir olanlar, dalâletten nefret edenlerdir, fakat çıkamıyorlar; kurtulmak istiyorlar, yol bulamıyorlar, mütehayyir insanlardır. O topuzlar ise siyaset cereyanlarıdır. O nurlar ise hakaik-i Kur’âniyedir. Nura karşı kavga edilmez, ona karşı adâvet edilmez. Sırf şeytan-ı racîmden başka ondan nefret eden olmaz. İşte, ben de, nur-u Kur’ân’ı elde tutmak için, ‘euzubillâhi mineşşeytanî ve siyasseti’ deyip, siyaset topuzunu atarak, iki elimle nura sarıldım. Gördüm ki, siyaset cereyanlarında, hem muvafıkta, hem muhalifte o nurların âşıkları var. Bütün siyaset cereyanlarının ve tarafgirliklerin çok fevkinde ve onların garazkârane telâkkiyatlarından müberra ve safi olan bir makamda verilen ders-i Kur’an ve gösterilen envâr-ı Kur’an’iyeden hiçbir taraf ve hiçbir kısım çekinmemek ve itham etmemek gerektir-meğer dinsizliği ve zındıkayı siyaset zannedip ona tarafgirlik eden insan suretinde şeytanlar ola veya beşer kıyafetinde hayvanlar ola!

Elhamdülillâh, siyasetten tecerrüd sebebiyle, Kur’ân’ın elmas gibi hakikatlerini propaganda-i siyaset ittihamı altında cam parçalarının kıymetine indirmedim. Belki, gittikçe o elmaslar kıymetlerini her taifenin nazarında parlak bir tarzda ziyadeleştiriyor(3)

            Şimdi de siyasetten istiazenin başka bir sebebiyle daha karşı karşıyayız. Üstad’a göre, siyaset sahasındaki bir galebe, kâfir derekesindekileri, münafıklık derekesine indireceğinden dolayı da siyasetten ictinab gerekir. İşte ahir zamanın hâkim mümessilinin itarazı imkânsız tesbiti:

            “Bu zamanda, ehl-i İslâmın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalâletle kalblerin bozulması ve îmanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, îmanlar kurtulsun. Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden daha fenadır. Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslah etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır, nifaka inkılâp eder. Hem nur, hem topuz-ikisini, bu zamanda benim gibi bir âciz yapamaz. Onun için, bütün kuvvetimle nura sarılmaya mecbur olduğumdan, siyaset topuzu ne şekilde olursa olsun bakmamak lâzım geliyor.(4)

            İstiazenin hayatî sebeblerinden biriyle mevzuu toparlayalım… Adalet nokta-i nazarından da, siyasetten ictinab, mü’min için elzemdir. Zira zulme kapı açar. Buyurun, Üstad’ın hava sahifesinde uğultularla yankılanan sesinden dinleyelim:

            “Siyaset-i beşeriyenin en esaslı bir kanun-u esasîsi olan, ‘Selâmet-i millet için fertler feda edilir. Cemaatin selâmeti için eşhas kurban edilir. Vatan için herşey feda edilir.’ diye, bütün nev-i beşerdeki şimdiye kadar dehşetli cinayetler bu kanunun su-i istimalinden neş’et ettiğini kat’iyen bildim. Bu kanun-u esasî-yi beşeriye, bir hadd-i muayyenesi olmadığı için çok su-i istimale yol açmış. İki Harb-i Umumî, bu gaddar kanun-u esasînin su-i istimalinden çıkıp bin sene beşerin terakkiyatını zîr ü zeber ettiği gibi, on câni yüzünden doksan mâsumun mahvına fetva verdi. Bir menfaat-i umumî perdesi altında şahsî garazlar, bir câni yüzünden bir kasabayı harap etti.”(5)

                  Altıbin sahifelik külliyatın bütünü, bu kısacık tetebbuatımızı tevsi ve tahkim eder. Hülâsa, “euzubillâhi mineşşeytanî ve siyasseti’ hakîkati Bedîüzzaman’ın düşünce dünyasının temel sütunlarındandır, reddi kabil değil. Kabil değil, zira payandaları muhkem, zemini salâbetlidir.

            Üstad’ın hayatının siyasetle temas ettiği merhalelere gelince! Eski Said devri, serapa siyaset dünyasıyla iç içedir. Çünkü, siyasetle İslâmiyet’e hizmet edebileceğini düşündüğü bir devirdir, bu devir. Ne var ki, bu devirde bile, hiçbir zaman siyasî bir tarafgir tavrı takınmamış, sadece siyaseti dine alet ve dost etmenin yollarını aramakla haşir neşir olmuştur.

            Cumhuriyetin kuruluşundan başlayıp, çok partili devre geçişe kadar olan yirmi beşyıllık ceberrud devri ise, Üstad’ın siyâsetle hiçbir temasının olmadığı devirdir. Hem siyaset sahnesinin muhalefete sıkı sıkıya kapalı tutulması, hem Üstad’ın sürgün ve hapishane hayatının yanı sıra, Nurların telif zamanı olmasının da tabiî neticesidir bu. Zaman ve şartlar siyasetle teması hem imkânsız, hem de mânâsız kılmıştır…

            Üstad’ın siyasetle temasının son devri, Demokrat Parti devridir. Bedîüzzaman, bu devirde adedinin hilâfına siyaset alemiyle temas kurmuş, siyasîlere ikazlarda bulunmuş ve şakirdlerine siyasî tavır telkinlerinde bulunmuştur: Doğru…  Üstad’ın bu devirdeki tavır ve düşüncesinin tahliline zemin teşkil edecek unsurların kaynağı iki: Birincisi, Emirdağı Lâhikası; diğeri yakınlarının hatıraları…

            Bu iki kaynaktaki temel müşterek, Üstad’ın Demokrat Parti iktidarını Halk Partisi ile Millet Partisi iktidarına karşı “ehvenüşşer” gördüğüdür. Yersiz bir tartışmaya kapı aralamamak için doğrudan Üstad’dan dinleyelim:

“Eğer Demokrat Parti düşse, ya Halk Partisi veya Millet Partisi iktidara gelecek. Halbuki, Halk Partisi İttihatçıların bozuk kısmının cinayetleri ve hem Cumhuriyetin birinci reisinin Sevr Muahedesiyle ve çok siyasî desiselerin icbariyle on beş senede yaptığı icraatının kısm-ı âzamı tamamıyla eski partiye yüklendiği için, bu asil Türk milleti ihtiyarıyla o partiyi kat’iyen iktidara getirmeyecek.

Çünkü Halk Partisi iktidara gelecek olursa, komünist kuvveti aynı partinin altında bu vatana hâkim olacaktır. Halbuki, bir Müslüman kat’iyen komünist olamaz, anarşist olur. Bir Müslüman hiçbir zaman ecnebîlerle mukayese edilemez. İşte bunun için, hayat-ı içtimaiye ve vatanımıza dehşetli bir tehlike teşkil eden bu partinin iktidara gelmemesi için, Demokrat Parti’yi, Kur’ân ve vatan ve İslâmiyet namına muhafazaya çalışıyorum.”(6)

                  1959’da  talebelerine verdiği son dersteki şu satırlar ile bahsi bir daha tasrih eder:

Madem siyasetçilerin bir kısmı Risale-i Nur’a zarar vermiyor, az müsaadekârdır; “ehvenüşşer” olarak bakınız. Daha “âzamüşşer”den kurtulmak için, onlara zararınız dokunmasın, onlara faydanız dokunsun.”(7)

Üstad’ın vefatından sonra, 1980’e kadar Nur talebeleri’nin Demokrat Parti uzantılarını desteklemelerine aslî zemini teşkil eden, “Bu vatanda şimdilik dört parti var.(8)  diye başlayan mektubdaki temel hareket noktası da, “a’zamüşşer” diye tabir ettiği Halk Partisi veya Millet Partisi iktidarına karşılık, “ehvenüşşer” addettiği Demokrat Parti iktidarını muhafaza etmektir.

Bu temasın bir başka sebebi de siyaseti dine âlet ve dost etmektir:

Evet, biz dini siyasete âlet değil, belki vatan ve milletin dehşetli zararına siyaseti mutaassıbâne dinsizliğe âlet edenlere karşı, bizim siyasete bakmamıza mecburiyet-i kat’iye olduğu zaman, vazifemiz siyaseti dine âlet ve dost yapmaktır ki, üç yüz elli milyon kardeşlerin uhuvvetini bu vatandaki kardeşlere kazandırmaya sebep olsun.” (9)

            Hulâsa etmek gerekirse: Üstad’ın Demokrat Parti ile başlayan son siyasî teması, siyasî istiazesinin reddi  veya tezadı olmadığı gibi, hiçbir zaman bu istiazenin aslî unsurlarını zedeleyecek şekilde de olmamıştır.

            Üstad’ın, dört partinin mevcudiyetinden hareketle siyaset arenasını tahlil edip bir şablona oturttuğu mektubun yorumu, siyasî arenanın mevcudiyetini aynı unsurlarla koruması sebebiyle 1980’a kadar devam eder. Meş’um 80 darbesi ile bu şablon, fikrî değil, Türk siyaset sahnesindeki şeklî varlığını kaybeder.

Üstad’ın nokta-i nazarı olan a’zamüşşer ve ehvenüşşer meselesinin 80 sonrasında tahlilinin yapılmayıp, Üstad’ın, sanki siyasetle temasının sebebi, bu hayati noktalardan da önce, demokratların demokratlıklarına duyduğu taraftarlık hissi imiş gibi, kılıktan kılığa giren demokrat bakayalarının kuyruğuna koca bir camiayı bağlamakta ısrar etmenin neticeleri elim olmuş; köklü bir camia bu hatanın bedeli olarak, kendi içinde eriyerek dağılma tehlikesi ile defaatle karşı karşıya kalmış ve mesaisini ayakta kalma mücadelesi vererek heba etmiştir.

Nur talebelerinin siyasî tercihleri, 1980’e kadar, kanaatimce de doğrudur. Doğrudur, zira a’zmüşşer olan Halk Partisi iktidarına karşılık, Üstad’ları gibi, ehvenüşşer olan Adalet Partisi’ni desteklemişlerdir. Ne var ki, düşünce ve tercihdeki bu doğruluk, tavırda muhafaza edilememiş; birtakım ölçsüzlüklerle ifrat noktalarına vardırılmış; Nur camiasi, Âdeta bir partinin gönüllü ve tarafgir gayr-i resmi teşkilâtı derekesine düşürülmüştür.

Bu müfritane tavır, siyasetin muhalif-muvafık dairelerindeki Nur taliblerinin önünü kesmiş, istiazenin temel unsurlarından birinin ağır neticeleriyle başbaşa kalmamaza sebeb teşkil etmiştir. Tavrımızdaki ifrat sebebiyle, Nur talebelerini de kendileri gibi, siyasî vehmeden bu biçareler, Nurlar’a sırt dönmüş, hem kendileri uhrevî kayba uğramış, hem de bizim vebal kefemizi, sebebiyet verdiğimiz cihetle, ağırlaştırmışlardır.

Evet, bu vatanın evlatları olarak Nur talebeleri de siyasî tercihlerde bulunacak ve bunun tabiî neticesi olarak reylerini kullanacaklardır. Bunu aşan ve siyasî aktör hâline gelmelerini netice veren tavırların bedelini yarım asırdır ağır ödedik.  Ağır ödedik, zira bir taraftan parçalanarak tesanüdümüzü kaybettik. Öbür taraftan, siyasetin geniş dairelerindeki insanların kahir ekseriyetine Nur’un kapılarını kapamış olduk, vebal üstlendik.

Ömrünü bu yola koymuş bir aciz kul olarak rica ve tavsiyem, ihlâs ve uhuvvet düsturlarının rehberliğinde Nur’un aslî hizmetine dönüş yapmaktır. İnsanlığın ve alem-i İslâm’ın, Nurlar’ın hakîkatlerine ihtiyaçları dünden daha şediddir. Yüz elimiz de olsa Nur’a ancak kâfi gelir; sair faaleyetler bizi, elindeki elması parlak cam parçacıklarına değiştiren serseri Yahudi durumuna düşürür.

İhtilâfta fayda yok, zirâ ihtilafımız müsbet değil… Sahabeler arasındaki ihtilafla teselli aramak, abes… Zirâ onlar için, yaşadıkları ilkdi, tecrübesizdiler… Halbuki bizim arkamızda bindörtyüz yılın tecrübeleri, acıları var; ibret almalıyız…

8 Mart 2009
Hüseyin Yılmaz

Dip notlar:

1 – Mektubat, 22. Mektub, 259

2 – Mektubat, 22. Mektub, 259

3 – Mektubat, S. 53

4 – Lemalar, 16. Lem’a, 107

5 –  Emirdağı Lâhikası, S. 333

6 – Emirdağ Lâhikası, S. 422

7 – Emirdağ Lâhikası, S. 458

8 – Emirdağ Lâhikası, S. 387

9 – Emirdağ Lâhikası, S. 264

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

0
    0
    Sepetim
    Sepetiniz BoşMağazaya Geri Dön