Kutup Yıldızı, ikinci adıyla Yolcu, kısa bir süre önce okuyucularla buluştu. Biyografik roman tarzındaki bu eseri büyük bir merak ve heyecanla okudum. Kutup Yıldızı, Bediüzzaman Said Nursi’nin çocukluk ve erken gençlik dönemlerini ele alıyor. Türkiye ve dünya çapında tanınmış bir şahsiyetin hayatını roman şeklinde anlatmak oldukça zorlu ve cesaret isteyen bir iş. Bu tür bir eseri yazarken, milyonlarca okur kitlesi tarafından dikkatle inceleneceğinizi bilerek, her sözü en az kırk defa düşünmek zorundasınız. Yanlış anlaşılmalara meydan vermemek için oldukça dikkatli olmanız gerekiyor.
Bu zor görevi Hüseyin Yılmaz üstlenmiş ve ortaya oldukça başarılı bir eser çıkarmış. Yılmaz, yazım tarzında cesur ve kararlı bir yaklaşım sergileyen, kalemini keskin bir kılıç gibi kullanmaktan çekinmeyen bir yazar. Kitapta, hikayeyi üçüncü şahıs olarak tüm detaylarıyla bizlere aktarıyor. Türkçeyi etkili bir şekilde kullanması, Cemil Meriç’in “kamus namustur” sözünü rehber edinmiş bir dil tutkunu olması, kitabı okuyacaklar için ayrı bir değer katıyor.
Kitabın içeriğine gelecek olursak, yazar Said Nursi’nin doğacağı aileyi, köyünü, çevresini ve dönemin şartlarını o kadar güzel betimlemiş ki, okurken sadece bilgi edinmekle kalmıyor, adeta o dönemi hissediyorsunuz. Bediüzzaman hakkında pek çok kitap okumuş biri olarak, bu kitap sayesinde onun ruh halini gerçekten hissettiğimi söyleyebilirim. Üstad’ın medrese hayatına, dönemin eğitim koşullarına ve bölgenin ilme olan bakış açısına dair detaylar gözler önüne seriliyor. Çocuk Said ile başlayan eğitim yolculuğunda, dağları, ovaları ve göletleri geçerek medreseler arasında dolaşıyorsunuz. Doğu Beyazıt’taki Celaliye Medresesi’nde soluklanıyor ve olgunlaşmanın izlerini sürüyorsunuz. Siirt, Mardin ve Bitlis’te yaşanan olaylar ve devletin soğuk yüzüyle tanışma, Said ile birlikte büyüyen dertlerin bir kasabadan kente, kentten devlete uzanmasına tanıklık ediyorsunuz.
Yılmaz, gerçekleri kurgu ile öyle ustaca harmanlıyor ki, zihninizdeki boşluklar dolarken, kitap adeta akıp gidiyor. Türkiye’nin önemli hikaye yazarlarından Mustafa Kutlu’nun dediği gibi, “bugünkü gençler yazmayı bilmiyor; – kuş dala kondu – diye basit bir cümle yazıp geçiyorlar. Halbuki ben olsam o dalın bir ıhlamur ağacına ait olduğunu söyler, koyu gölgesinde okuyucuyu serinletirken, kuşu da bülbül gibi şakıtıp kulaklarına nağme yapardım.” Yılmaz, sahneleri öyle detaylarla işlemiş ki, okuyucu ortamın içinde yaşıyor, muhteşem tasvirleri soğukta üşütüp, yolculukta terleten cinsten. Ufak bir dokunuşla hazır senaryo, dizisini çekme cesaretine sahip yönetmenini bekliyor.
Kitabın eleştirilecek yanları da yok değil. Öncelikle, kapak fotoğrafını uygun bulmadım; çocukluk dönemini anlatan bir kitapta, üstadın kırk yaşındaki fotoğrafı yer almamalıydı. Ayrıca, dört farklı kapak tasarımını okuyucuya oylatarak seçtirmek cesur bir hareket, benim seçtiğim kapak kaybedenlerden. İkinci olarak, editör hataları dikkat çekiyor; yanlış yazım hataları özellikle kitabın sonlarına doğru artıyor, bu da yorgunluk belirtisi olarak değerlendirilebilir. Son olarak, medrese kavgasından sonra jandarmanın amirine konuyu iletmeden önce yazarın jandarma adına düşündükleri (gıybet ediliyormuş hissi verdi) rahatsız edici. Bu düşüncelerin hikayeye nasıl bir katkı sağladığı belli olmadığı için bu bölümde bir eksiklik hissediyorum.
Sonuç olarak, Hüseyin Yılmaz’ı bir okur olarak değerli buluyor ve teşekkür ediyorum. Dile ve kaleme bu denli hakim olan yazarların az olduğu bir dönemde, Said Nursi gibi önemli bir İslam mütefekkirinin hayatını kaleme alması büyük bir bahtiyarlık bizler için. Serinin diğer kitaplarını merakla bekliyorum.
Yusuf Kaan Çayabatmaz