Üç beş ay önce, bir Pazar sabahıydı; evde dinleniyordum. Erken olduğunu düşündüğüm bir saatte telefonum çalınca irkildim. Arayan oydu: Nureddin Abi, emsâlim ve benden sonraki Adıyamanlı bütün Nur Talebelerinin abisi. Soy ismi mi? Bir soy ismi vardı elbet, ama hatırlamıyorduk, bizim için soy ismi “Abi” idi.
İstirahat ettiğimi hissetmesin diye, sesime olabildiğince bir canlılık vermeye çalışarak; “Buyur, Nureddin Abi.” dedim. “Sabah sabah bu ne saâdet!”
Her zamanki tevazuu ile “Estağfurullah âhi!” dedikten sonra ilâve etti: “İnşaallah rahatsız etmedim, değil mi?”
“Estağfurullah abi, ne rahatsızlığı?” dedim. Niçin aradığını sormama fırsat bırakmadan acelesi olan insanların tavrıyla maksadına geçti.
“Keçeli, sen Üstad’ı ne zaman yazacaksın? Kaleminin, belâgatının hakkını ne zaman vermeyi düşünüyorsun?” dedi ve ağlamaya başladı.
Şaşkındım. Niçin ağladığını anlayamamıştım. Onu bu kadar hissileştiren şeyin ne olduğunu da bilmiyordum. 1974’ten beri tanıdığım Nureddin Abi, beni erken bir Pazar sabahında aramış, Üstad’ı ne zaman yazacağımı sorduktan sonra ağlamaya başlamıştı; şaşkındım.
Ömrünü, Üstâd ve dâvâsına vakfetmiş bir insanın keskin hissiyatı, diye düşündüm. Sakinleşmesi için, “İnşaallah, ağabey, bir gün o da olur inşallah.” dedim. Güçlükle, “Ne zaman keçeli?” diyebildi.
Teselli etmeye çalıştım, ama ağlaması, hissiliği bitmiyordu. Konuşamayacağı açıktı. Daha fazla üzmemek için, “Ağabey, biraz sâkinleş, sonra konuşuruz inşallah.” dedim. Telefonu kapatmasını bekledim. Son bir defa hıçkırdıktan sonra kapattı.
Allah’ın veli kullarındandı… Günlerce Üstad’ı yazmayı onun bir vasiyeti gibi içimde taşıdım. Üstad’ı yazmanın kolay olmadığını bilmeme rağmen, bir taraflardan başlayabilir miyim, diye çok düşündüm.
Birkaç gün sonra Nureddin Abi’nin ağır hasta olduğunu öğrendiğimde o günkü keskin hissiyatının vedâlaşma duygusundan kaynaklandığını anladım. Nureddin Abi, bu fânî dünyaya veda ederken fakire de bir vasiyette bulunuyor, hayatını vakfettiği Üstad’ına kalemimle hizmet etmemi istiyordu.
Sonra tedavi maksadıyla İstanbul’a geldi. Bir kaç saat Dilruba’da bir arada olma, birlikte çorba içme fırsatımız oldu. İyice zayıflamış, çökmüştü.
Bir ara oradakilere beni aradığı o Pazar sabahını anlattım. Gülümsedi… Bir daha yazmamı söyledi.
Kendisini yormamak için erken ayrıldık. Zaten sabah erkenden de Adıyaman’a dönmesi gerekiyordu. Bu fâni dünyadaki son görüşmemiz oldu.
Bugün dâr-ı bekâya irtihal etmiş. O çok sevdiği Resul-i Ekrem (ASV), ashabı ve hayatını vakfettiği Üstad’ına kavuşmuş. Rabb’im gani gani rahmet eylesin, yakınlarına da sabr-ı cemil ihsan etsin. Nur Câmiası gayretli ve fedâkâr bir rüknünü daha kaybetti.
Bana da ağır bir yük bırakıp gitti…
Üstad’ı nasıl yazayım, ağabey?
Yazabilir miyim?
Nasıl?..
12 Şubat 2017
Hüseyin Yılmaz
Öncelikle tebrik ederim, Nurettin abinin vasiyeti olması ayrıca beni duygulandırdı.
“Essbebü kel fail” sırrınca kitabı okuyanlardan alınacak bütün dualara o da ortak olmuş olacak inşallah.
Allah muvaffak etsin. Sonraki yazacağın eserler için Cenab-ı Hak suhuletle ihsan eylesin.
Selâm ve dua ile
Hayırlı bayramlar temennisiyle
Âmin, Allah razı olsun. Bilmukabele bayramınızı rebrik eder, iki cihan saâdeti dilerim.
Selamlar,
Saygıdeğer yazar, sizi yakından tanıyan birisi değilim. Zaman zaman sosyal medyada denk geldim. Şimdi zaman 01:17 Amsterdam saati. Akit Tv deki konuşmanıza denk geldim, sonuna kadar dinledim. Sonra Kutub Yıldızı sitesine geldim. Önce hayatınızı okudum. Yazdığınız eserleri inceledim. Bursa’ya ayrı bir hayranlığınız var. İlk eseriniz için ilham kaynağı bir şehir olmuş. Elif öğretmen romanınızı gördüm. Yani siteyi bayağı inceledim. El arabası ile eşyalarınızı taşıyan o gencin hayatınıza dokunacağını ilk andan itibaren sezdim. Nurettin Abi kim tanımıyorum. Anladığım kadarı ile vefat etmiş. Allah rahmet etsin. Ama konuşturana bak sen. Telefon ile aratana bak. İçimde yazacağım çok şey var.. Sadece okurken ağladığımı, gözyaşlarımın ellerimin üzerine sıcak sıcak süzüldüğünü söylemem kafi. Tek duam şu olsun: inandığın Allah 2500 sayfalık 5 ciltlik bu seriyi bitirmek için sana ömür versin. Azraili biraz bekletsin.. Güzel bir çalışma.. Gençliğin şuurlanması adına önemsiyorum. Sevmeyene bir saç teli bahane olur, sevenin kalbini söksen vazgeçmez.. seveniniz çok olsun.. “Tanrı’yı seviyorum” deyip de kardeşinden nefret eden yalancıdır. Çünkü gördüğü kardeşini sevmeyen, görmediği Tanrı’yı sevemez.
( 1. Yuhanna 4: 16. bap. ) Meyveli bir ağaçsınız, taşlanıyorsunuz. Bu kitap taşlayana sunulmuş, ağacın olgun meyvesi. Herkesin bu meyvenin tadına bakmasını ümit ederim..
Musa Bey merhaba. İçten tavır, ifade ve dualarınız için müteşekkirim. Rabbim sizlere de bereketli ve hayırlı bir ömür ihsan etsin. Dualarınızda olmayı ümid ve rica ediyorum. Allah’a emanet.